***
DIŞARDA
Points: 455.346, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 100,0%
Achievements


Tesettür, Allah Teala’nin Emridir
Tesettür, Allah Teala’nin Emridir
Soru: Bas örtüsü itikadi bir konu mudur yoksa ameli bir husus mudur?
Cevap: Bismillahirrahmanirrahim.
Her seyden önce sunu ifade etmek isterim ki: Basörtüsü, güncel ifadesiyle türban ALLAH Teala’nin kesin bir emridir. Cenab-i Hak söyle buyuruyor:
…Basörtülerini yakalarinin üstünü örtecek sekilde koysunlar, örtsünler. (Nur Suresi:31)
Sadece basörtüsü degil, dis giysi (cilbab) da ALLAH’in emridir.
“Ey peygamber! Hanimlarina, kizlarina ve mü’minlerin kadinlarina de ki: (Bir ihtiyaç için disari çiktiklari zaman) cilbab yani bütün vücutlarini örten dis örtülerini üstlerine alsinlar. Bu, onlarin hür bir kadin olarak taninmasi ve incitilmemesi için daha uygundur, daha elverislidir. ALLAH çok bagislayan ve merhamet edendir. (Ahzap Suresi:59)
Bir devlet kurumu olan Diyanet Isleri Baskanligi, üç kere “Basörtüsü dinin emridir” seklinde fetva vermistir. Zaten aksini degil baskanlik, müslümanim diyen hiçbir kimse söyleyemez. Çünkü bu, bir iman meselesidir. Mustafa Kemal Atatürk de Söylev ve Demeçlerde “Dinimizin tavsiye ettigi tesettür; hem hayatimiza hem de fazilete uygundur” demistir. Annesi Zübeyde Hanim ve esi Latife Hanim’in basörtüsüz bir tek resmi yoktur. Atatürk’ün kadin kiyafeti ile ilgili bir inkilabi da mevcut degildir. Anayasamizin 24. maddesi de: “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katilmaya, dini inanç ve kanaatlerini açiklamaya zorlanamaz. Dini inanç ve kanaatlerinden dolayi kinanamaz ve suçlanamaz.” seklindedir.
Görülüyor ki Anayasa’mizda ABD’de, Ingiltere’de, Kanada’da, Almanya’da, diger medeni ve ileri ülkelerde oldugu gibi genis bir din hürriyeti vardir. Bu hürriyetler nelerdir?
1. Inanç hürriyeti. Islam dininin inanca ait temel hükümleri ne ise bunlara inandigimizdan dolayi rahatsiz edilmememiz gerekir.
2. Ibadet hürriyeti. Müslümanlarin ibadet hürriyetine kisitlayici hiçbir sinir getirilmemelidir. Geçenlerde bir gazete manidar bir sekilde “Yesilköy Havaalani’na kadinlar için mescid yapildi...” haberini vermisti. Açikça söylemiyordu ama “Erkek mescidinden sonra basimiza bir de kadin mescidi çikti!..” demek istiyordu. Müslüman bir ülkede havaalaninda kadinlar için mescid bulunmasindan daha tabii ne olabilir. Hem Türkiyeli dindar Müslüman kadinlar, hem de yabanci Müslüman hanimlar burada ibadet edeceklerdir. Ulastirma Bakanligi’ni, Havaalani Müdürlügü’nü bu medeni ve insani tesebbüs dolayisiyla tebrik ediyorum.
3. Çocuklarina dini egitim verebilmek hürriyeti. Anne-babalarin, çocuklar resid (ergin) oluncaya kadar onlara din egitimi vermek hürriyeti vardir. Bu hürriyetin olmadigi, yahut kisitlanmis bulundugu bir yerde din hürriyeti darbelenmis demektir. Bir Müslüman çocuguna dini bilgiler, Kur’an okumasi yedi ile ondört yaslari arasinda en güzel, en verimli sekilde ögretilebilir. Yaz tatilinde, ilkögretim okulunu bitirmemis küçük çocuklara din ve Kur’an dersi verilemez demek din hürriyetini kisitlamak, insan haklarini çignemek demektir
4- Dini dernek kurma hakki. Bütün dini hizmet ve faaliyetleri Müslümanlar tek baslarina, teker teker yapamazlar. Mutlaka birlesmeleri, teskilatlanmalari gerekir. Bu da dernekler vasitasiyla olur. Bizde DerneklerKanunu’nda “Din dernegi kurulamaz” maddesi yer almaktadir. Bu madde din hürriyetini vahim ve agir bir sekilde ihlal etmektedir. Bütün medeni dünyada din dernegi kurmak serbesttir. Bazi kimseler “Din dernegi kurulursa bazi sakincali durumlar ortaya çikabilir, birtakim kötü ve alçak kimseler din sömürüsü yapabilir...” gibi kuruntular ve bahaneler ileri sürüyor. Bahanelere dayanilarak vatandaslarin, çogunlugun temel insan haklari kisitlanamaz.
5- Inançlarina göre bir hayat sürebilmek hakki. Israil’de hafta tatili cumartesidir. Çünkü onlarin dininde cumartesi günü kutsaldir. Islam ülkeleri cuma gününü hafta tatili yapmistir. Hiristiyan ülkelerde de pazar günü onlarin dininde kutsal gün oldugu için o gün tatil yapilir. Bizde bir Müslüman, “Türkiye Müslüman bir ülkedir, hafta tatili cumaya çevrilsin...” dese kiyamet kopar, adamin ne gericiligi birakilir, ne yobazligi... Müslümanlar dinleri nasil gerektiriyorsa o sekilde giyinmekte, o sekilde hayat sürmekte, o sekilde sosyal ve kültürel faaliyetler yapmakta hür olmalidir. Bu konularda onlara hiçbir engel ve güçlük çikartilmamalidir. Bazi kimseler “Efendim senin bu söylediklerin laiklige aykiridir...” diyebilirler. Cevabimiz: Kesinlikle aykiri degildir. Laiklik olmasi için öncelikle din ve vicdan hürriyeti olmasi gerekir. Laiklik Müslümanlari Islam’dan uzaklastirmak demek degildir.
6- Müslümanlarin, Islami kimliklerini koruyabilmek, onu ayakta tutabilmek, güçlendirmek hürriyeti. Her insanin dini, sosyal, kültürel bir kimligi vardir.Müslümanin kimligi de “Islami kimliktir”. Bu kimligi yitirirse Müslüman Müslüman olmaktan çikar.
Bazi kimseler “Din bir vicdan isidir, din vicdanlarda kalmalidir, disariya aksettirilmemelidir... Din ile hayat birbirinden kopmali, kopartilmalidir. Inananlar içlerinde inansin, disariya göstermesin” diyorlar.
Böyle din olur mu? Din hayat demektir. Din yasanacak sey demektir. Gerçek ve iyi bir Müslüman besikten mezara kadar din ile içiçe yasar. Bu kimselerin istedigini biz Müslümanlar asla kabul edemeyiz. Evet din bir vicdan isidir ama sadece vicdanda kalmaz, sadece vicdanla bitmez.
Bu bakimdan ne Atatürk ilkeleri ve ne de laiklik açisindan böyle bir yasaklama koymak mümkün degildir. Anayasa Hukuku Profesörü Mustafa Kamalak da: “Anayasa’da ve kanunlarda basörtüsünü yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadir” demistir.
Basörtüsü meselesinde herkesin bilmesi gereken tek sey, Türkiye’nin yürürlükteki hukuku bakimindan böyle bir yasagin bulunmadigidir. Buna ragmen üniversitelerde hala fiilen böyle bir yasak varsa, bunun tek nedeni yasakçi iradenin demokratik iradeden daha güçlü olmasidir.
Üniversitelerde basörtüsü yasagini pozitif hukukun bir geregiymis gibi kabul ederseniz, sadece kendinizi degil, binlerce ögrenciyi ve onlarin ailelerini mütehakkim bürokratik iradenin insafina terk etmis olursunuz.
“Basörtüsüne özgürlük” sadece basörtülülerin özgürlügü sorunu degildir. Çünkü, basörtüsü özgürlügü sadece bir semboldür; bu davayi kaybedersek, mütehakkim devlet karsisinda kendimize özgürlük alani açma arayisimizda bir cepheyi kaybetmis oluruz. Devlet açisindan ise bu, bizim hayatlarimizi belirleme, “efendimiz” olma iddiasini daha da pekistirmesi anlamina gelecektir.
Bu hususta Gazi Üniversitesi Ögretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, 15.07.2004, Zaman’da söyle yazmistir.
Basörtüsü yasagi: Elbirligiyle intihar
Basörtüsü tartismalari gerçekte çogumuzun zannettiginden daha derin sosyal problemlerin satihtaki yansimasi olamaz mi? Basörtüsü probleminde ortaya çikan gruplasma ve kamplasmalar toplum hayatinin kaldiramayacagi kadar genis sosyolojik çatlaklara isaret ediyor denemez mi? Korkarim bu sorulara evet cevabini vermek zorundayiz. Benim cevabim kesinlikle evet. Yillardir süren düsünme, okuma ve gözlemlerimden sonra geldigim nokta, maalesef, bu...
Hukuki temeli olmayan keyfi yasak
Basörtüsü probleminin yalnizca kiz ögrencilerin okula devam ederken baslarini örtmelerine izin verilmemesinden veya keyfi bir tanima ve ayirima tabi tutulan kamusal alanlarda basörtüsü kullanilamamasindan ibaret oldugu algisi vahim bir yanilgidir. Problem çok derin ve bir çirpida çözülemeyecek kadar agirdir. Ancak, bu çözümsüzlügün maliyetinin/ faturasinin yalnizca magdur edilen kesime çiktigi sanilmamalidir. Fatura bütün toplumundur ve yasagi koyan, yürüten ve hararetle savunan kesimler de faturadan paylarina düsen aci hisseyi, farkinda olsalar da olmasalar da, isteseler de istemeseler de, alacaktir ve almaktadir.
Basörtüsü problemi bir hukuki problem degildir. Bir siyasi problem de degildir. Pozitif hukukta halen basörtüsünü yasaklayan bir düzenleme bulunmamaktadir. Siyasetin de bu problemi çözme imkani yoktur, zira siyaset bir müzakere, alma-verme ve uzlastirma teknigidir. Basörtüsü yasagi sadece bir dayatmadir. Ama sahici anlamda bir dayatmadir; son zamanlarda birilerinin anlamini çarpittigi manada dayatma degil. Yasakçi kesimin ana dayanagi güçtür. Çünkü bu kesim, büyük ölçüde, güce tapmaktadir. Bu kesim, silahlandirilmis bürokratlarin arkasinda oldugu kanaatine sahiptir. Baska da bir dayanagi yoktur. Ne hukuk ve ne de demokratik siyaset onlara destek vermektedir. Daha önce de söylemistim, tekrarlayayim, silahlandirilmis bürokrasinin idarecileri, bir gün bir sürpriz yapip, bu yasagi anlayamadiklarini ve yasaga karsi olduklarini söyleseler, yasakçi siviller yer çekiminden kurtulmus gibi havada kalir. O zaman Türkiye adeta bir rüyadan uyanir ve insanlar birbirine neyi tartistiklarini sorar. Ne yazik ki bu bir hayal ve yakin zamanda gerçeklesecege benzemiyor. Aksine, dönüsü olmayan bir çikmaz sokaga girdik ve ilerliyoruz.
Söyle bir hafizanizi yoklayin: Yasak temellendirilirken, kimsenin özel hayatina karisilmadigi, yasagin kamusal alani ve kamu görevini kapsadigi söyleniyordu. Oysa biliyoruz ki, pek çok insan, özel hayatlarindan dolayi magdur edildi, ediliyor. Aslinda basbakan ve yakin arkadaslari da sürekli magdur edilme halinde. Hep yasaklamaya tabi tutulan ve magdur edilen kesim itham ediliyor ve degismeye çagiriliyor. Sanki öbür tarafin mensuplari Tanrisal bir yanilmazliga sahip. Halbuki, akil, mantik, hakikat ve hakikate saygi herkesin kendi konumunu gözden geçirmesini gerektiriyor. Dindar muhafazakar kesim dinlemeye ve kabullenmeye hayli açik, digerleri ise duvar gibi. Ve yasakçi kesimin geldigi yer artik basörtüsüne karsitligi çok asti, basörtüsüyle ilintili kesimin fiziki varligina karsi olma noktasina ulasti.
Basörtülüler var olmasa ne iyi olurdu!
Bunu ben uydurmuyorum, yasakçi kesimin tavirlari sergiliyor. Söyle bir hipotetik durumla ne demek istedigimi anlatayim. Cumhurbaskani ve Genelkurmay Baskani basörtüsüne karsi ve bunun gerekçesi, bildigimiz kadariyla, kamusal alan meselesi. Güzel. Peki, kamusal alanla ilgili henüz felsefi ve hukuki bir neticeye baglanmamis bir tartisma, söz konusu kisilerin, mesela basörtülü bir kesimden çikmis bir basbakanla kamusal olmayan alanlarda bir araya gelmesine engel mi? Akil ve mantik engel olmamasini gerektirir. O zaman, Cumhurbaskani, Basbakan ve Genelkurmay Baskani’ni bir gün Hüseyin Gazi Dagi’na piknige davet etse ve bu insanlar esleriyle birlikte bulussa olmaz mi? Elbette iyi olur. Ama, bu ve buna benzer seyler yapilmiyor ve öyle görünüyor ki bundan sonra da yapilamayacak. Çünkü, özellikle Cumhurbaskani ve onun gibi düsünen birçok kisi, basörtülü kesimin sadece basörtüsüne karsi degilmis, fiziki varligina karsiymis havasi veriyor. Oysa, dedigime benzer bir sey yapilsa, herkes Cumhurbaskani’nin samimi olarak kamusal alanda basörtüsüne karsi oldugunu, basörtülülerle ontolojik bir probleminin olmadigini görür ve bütün toplum rahatlardi.
Basörtüsü probleminin çözümü ne Avrupa Insan Haklari Mahkemesi kararinda, ne de baska bir yasakçi çizgidedir. Bu problemin tek çözümü vardir: Yasaktan caymak ve kimseye keyfi yasak getiremeyecek bir siyasi, hukuki, idari yapilanmada mutabik kalmak. Baska hiçbir çözüm yoktur. Ve çözümsüzlük sadece basörtülü kesime degil, yasakçilara ve tüm topluma, bütün ülkeye çok pahaliya mal olacaktir. Kimse kendini aldatmasin. Yasaklananlar kadar yasakçilar da bu saçmaligin bedelini ödemektedir ve ödeyecektir. Bu bedel, bazen paranoyaya ulasan psikolojik takintilardan ve ruh bozukluklarindan heba edilen insan gücünün yaratacagi refah eksikligine, güvensizlik ve sevgisizlikten, akil ve muhakeme yeteneklerinde gerilemeye kadar birçok kalemi kapsayacaktir.
Bu meseleyi gelin biz çözelim. Çözülür mü? Tabii. Ne zaman? Türkiye, türban gibi çoktan asilmasi gereken bir konuda takilmayi, bu konuda inatlasmayi ve bosa enerji harcamayi bir yana biraktigi an konuyu da çözer. Türkiye, Istanbul Üniversitesi Tip Fakültesi ögrencisi Leyla Sahin’in türbanindan ürkmeyecek kadar demokrasiyi içsellestirdigi kadar hukuka önem verdigi oranda konuyu geride birakacak... Biraktiginda da, kültürel ve sosyolojik sorunlara Avrupa Insan Haklari Mahkemesi’nde çare aramayacak. Çünkü bunu yasaklara ihtiyaç duymayacak bir demokratik esneklikle çözmüs olacak
***
Dinsel baski öngörmeyen ancak, Müslümanlarin toplumsal taleplerini dikkate alan bir demokratik konvansiyon mümkün. Demokraside israrli ve samimiysek bunu kurmak elimizde, yok aklimiz dayatmaya yatiyorsa, o zaman bosuna nefes tüketmeyelim.
Halihazirda, çözüm adina, açikça dayatmadan yana olmayanlardan, kimisi ‘kamusal alan’, ‘hizmet alan/hizmet veren’ gibi kavramlar icat ediyor, kimisi ‘dinsel reform’ adi altinda Protestanlasma teklif ediyor. Açik konusalim, bunlar da dayatma anlayisinin farkli biçimleri. Yine açik konusalim, inanmayan birisi için dinsel inanç ve onun gerekleri olan pratiklerin, son derece saçma olmasi gayet tabii. Insanlarin, akillarina hiç yatmayan inanis ve pratiklere karsi sempati duymalarinin ve onlari sonuna kadar desteklemelerinin zor olmasi da anlasilir bir sey.
Ancak demokrasi fikri tam da bu yüzden önemli; baskasi için önemli ve anlamli olan bir seye saygi duymak ve onunla yasamayi ögrenmek zorundayiz. Dindar insanlardan bunu talep ederken herkes son derece rahat, ayni seyi inanmayanlardan beklemekse son derece zor. Halbuki, inanmayan biri için din ne kadar saçma ise, inanan biri için de, inanmamak en az o kadar saçma, ilkel ve sig bir yasama biçimi. Buna ragmen ayni toplumsal hayati paylasacaksak, öncelikle her iki durumun da esit konumda oldugunu algilamak zorundayiz.
Buna benzer seyleri daha önce defalarca yazdim, tekrar tekrar yazmamin nedeni, bu istikamette olumlu yol almaktan uzak olmamizin ötesinde, durumun giderek daha vahim bir hal almasi. Bakiyorum, Avrupa’da yasanan yasaklama örneklerinin artmasiyla, Önceleri sadece demokrasi kaygilari fazla olmayanlarin kullandigi dil, artik demokratlik konusunda iddiali çevrelere de sirayet etmeye basladi.
Özgürlük ve Demokrasi Partisi eski genel baskani, ayetlerden seçmelerle Islam’in aslinda siddete ne kadar yatkin olduguna isaret edebiliyor. Saygin bir sol demokrat gazete olarak ortaya çikan Birgün gazetesinde, Islam ve türban konusunda son derece seviyesiz ve saldirgan yazilar yayimlaniyor. Son olarak, Radikal Iki’de, ‘türbanin dayatma simgesi’ oldugu ileri sürülüyor (Yüksel Isik, 11 Temmuz 2004). Bu iddianin sahibi, ‘Türban gibi simgeler, simge olmaktan çok çagristirdiklari yasam biçimini herkese dayatmanin araci haline dönüsmüs durumdadir’ demis. Nasil yani? Cevabi yok!
Iki sikimlik demokratlik da, AIHM’nin son derece tartismali karari ile tükenmis görünüyor. Demek ki, isimiz giderek daha zorlasacak, simdi de, her adimda, demokrasiyi ‘Avrupa’ya ait her sey’ olarak algilayan zihniyetin tezahürleri ayagimiza dolanmaya baslayacak. Kisacasi, demokratiklesme açisindan, tüm dünya için çok önemli bir dönemeçte, Üçüncü Dünya Baticiligindan öteye bir adim atamayacagiz. Üzücü olan, farkli fikirlerin ifade edilmesi degil, farkli görüntüler altinda dayatmaciligin çesitlenerek gelismesi.
Bugünkü yönetim basörtüsüne hiç izin ve taviz vermiyorsa, bari özel okullarda ve bazi özel üniversitelerde bunu serbest birakmalidir ki, dini inançlari yüzünden baslarini örtenler oralarda okuyabilsinler. Anayasa Komisyonu Baskani sayin Burhan Kuzu diyor ki: “Mahkemenin bir yanilgisi var. Deniyor ki, ‘Laik okulda okumayi kabul eden bir ögrenci o kurallarla okumayi kabul eder’. Avrupa’da kiliseye bagli okullar var, laik okullar var. Yani tercih hakki var. Oysa Türkiye’de tercih hakki yok. Türkiye’de laik olmayan okul yok. AIHM Türkiye’deki okullarin yapisini yeterince bilmiyor. Ya davaci daha saglikli bilgi verecek ya savunucu. Bilgi eksikligi var.”
Nitekim Basbakan Erdogan, bir TV programinda: ‘Hiç degilse özel üniversiteler ve vakif üniversitelerinde basörtüsü serbest olsa’ diye kismen de olsa bir rahatlatici çözüm yolu gösterdiginde ne yazik ki YÖK baskani ve ilgili ilgisiz bütün zevat hemen ayaga kalkip, ‘bu üniversitelerin de kamu tüzel kisiligi tasidigi’ ve hukuki olarak onlarda da yasak uygulanmasi gerektigini söylüyorlar. Hukuki olarak...
Hukuki olarak da hangi hukuk? Ülkede bizim bilmedigimiz, haberdar olmadigimiz bir hukuk mu var acaba? Çünkü mevcut hukukumuza göre basörtüsünü devlet üniversitelerinde yasaklamayi mazur gösterecek hukuki bir düzenleme yok. YÖK Baskaninin referans olarak verdigi YÖK Kanunu’nun 17. maddesi, ‘yürürlükteki kanunlara aykiri olmamak kaydiyla basörtüsü serbesttir’ diyor.
Sunu da hatirlatalim; sözkonusu kanunla ilgili iptal basvurusu Anayasa Mahkemesinde görüsülüp, kanun iptal edilmeyince, simdiki Cumhurbaskanimiz ‘bu kanun iptal edilmezse basörtülülerin üniversiteye girislerine mani olacak bir sey kalmaz’ seklinde itiraz serhi yaziyor... Peki bütün üniversitelerin basinda olan YÖK Baskani Teziç bu hususlari bilmiyor mu acaba? Biliyorsa nasil oluyor da yasagin hukuki olarak her yerde uygulanmasi gerektiginden bahsediyor?
Anayasa, kanun, hukuk, adalet, insan haklari, özgürlükler, birarada baris içinde yasama, kültürel farkliliklara saygi, inanç ve inandigini yasama özgürlügü...
Bütün olumlu kavramlar yasadigimiz basörtüsü sikintisinin ve benzeri sikintilarin anlamsiz oldugunu söylüyor. Isin garibi bu özgürlükleri kisitlamak için bin dereden su getirenler de bu türden kavramlari en çok kullananlar...
Avrupa’nin bazi ülkelerindeki basörtüsü yasagini protesto için Ingiltere’nin bassehri Londra’da bir konferans düzenledi. Konferansa 14 ülkeden yaklasik 250 delege katildi.
Kongrede konusan ilahiyatçi Yusuf El-Kardavi, “Yasaklar Müslümanlarin düsmanligini kazanmaktan baska bir ise yaramiyor. Bu yasaklar, ortaçagin karanlik zihniyetine yeniden dönmek anlamina geliyor. Bunu medeniyet ile bagdastirmak mümkün mü? Bunlar sadece Avrupa’nin geri adim atmasi ve dini özgürlügü engellemesi hareketidir” dedi. Londra Belediye Baskani King Livingstone da Fransa’daki basörtüsü yasagini kinayarak, “Fransa’daki yasak ll .Dünya Savasi’ndan bu yana Avrupa parlementolarinda alinmis en gerici karardir. Bu karar dini hosgörüyü kendisine prensip edinmis, Avrupa için geri adim atmak demektir” dedi.
Hacettepe Üniversitesi Anayasa Hukuku Ögretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdogan aynen sunlari yazdi:
“Avrupa’da hakimler var mi? sorusuna artik söyle cevap vermenin dogru oldugu sonucuna vardim: Belki evet.. ama, Müslümanlar için degil!”
Yine CHP Millet Vekili Sayin Kemal Dervis söyle demistir: “Bana göre yasaklarla hiçbir sey halledilemez. Önemli olan herkesin kendi özgür iradesiyle hareket etmesidir. Bir bayan özgür iradesiyle türban takiyorsa, bu kardesimizle, arkadasimizla bir problemimiz olmaz. Ancak bunun iki sarti var. Birincisi kendi iradesiyle takacak, ikincisi de türban takmayan örnegin mini etek giyen bir bayana baski yapmayacak.
Karsilikli saygi ve özgürlük mümkün. Yasalara da saygi duyulmasi gerekir. Ama ben bunun yasaklarla ve kavgayla halledilemeyeceginden eminim. Bir birimizi dislayamayiz. Düsmanca davranamayiz. Yasalar çerçevesinde bunu çagdas bir biçimde yapabilmemiz lazim. Tek kalip insan aramak çok çagdas degil.”
Avrupa Birligi üyesi bir Türkiye’de bütün yasaklar gibi basörtü yasagi da demokrasi, insan haklari ve bireyin özgürlügü çerçevesinde bir gün mutlaka çözülecektir. Istiklal marsimizda yazili oldugu gibi:
Dogacaktir sana vadettigi günler Hakk’in.
Kim bilir, belki yarin… Belki yarindan da yakin.
Avrupa Insan Haklari Sözlesmesi’nin 9. maddesi, aslinda herkesin inancina, konumuna saygili olmayi gerekli kilmaktadir. Eninde sonunda gelinecek nokta bu olacaktir, insaALLAH. Gerilim olur diye Hukuki mücadeleyi birakmamak gerekir.
Maalesef son zamanlarda bir gerginlik edebiyatidir gidiyor. Toplumun agirlikli bir kesiminin talepleri, söz gücünü elinde bulunduranlar tarafindan ‘gerginlik unsuru’ olarak lanse ediliyor ve iktidar, bu konularda gönüllü ya da gönülsüz attigi ya da atarmis gibi yaptigi adimlari bu edebiyat sebebiyle geri aliyor. Düsünün ki bütün bir milletin istedigi seyler, sayet bazilari tarafindan istenmiyorsa, bunlari gerçeklestirebil- mek mümkün olmuyor.
Gerginlik meydana getirmemek, toplumu germemek çogu zaman geçerli ve bazen de geçerli gibi gözüken sebeplerdir. Herhangi bir sey yapmaya niyetlendiginizde bunun toplumu hakikaten gerecegini düsünüyorsaniz bundan vazgeçebilir, en azindan ertelersiniz. Ama bazen de yapamadiginiz ama yapmaniz gereken bir sey için, gerginlik konusunu bahane olarak kullanabilirsiniz.
Basörtüsü meselesi, diger birçok benzeri mesele gibi, toplumu geren meseleler arasinda sayiliyor simdilerde. Oysa bu meselenin diger birçok mesele gibi toplumu gerdigi filan yok. Gerilenler sadece birileri ve o birilerinin sayisi da sanildigi kadar fazla degil. Aslinda gerildikleri filan da yok, sadece ‘geriliyormus’ gibi yapiyorlar. Geriliyormus gibi yaptiklari için de geri adim atmamayi tercih ediyor, hakli da olsalar bu konuda talepte bulunanlarin geri adim atmasini istiyorlar.
Birkaç gün önce Iznik gölü civarinda bulunan Ilica’ya giderken yolda gördüm ki: Salvarli kadinlar, geleneksel, çarsafa benzer kiyafetleriyle dolasiyor. Iran’daki çadurlardan daha estetik milli kiyafetler bunlar. Bunca çirkinlik, çiplaklik, göbegi açiklik içinde bu milli kiyafetleri görmek ruhuma huzur veriyor. “Be adam hangi devirdeyiz? Sen hala çarsafi, tesettürü, geleneksel kiyafeti estetik buluyorsun!..”Aman darilmayin...
Yakup Kadri’nin 1920’lerde kaleme almis oldugu “Çarsafa vePeçeye Dair” baslikli güzel yazisini okursaniz bana hak verirsiniz. Hem genis olun biraz, toleransli olun. Bir Japon’un kimonuyu övmesi ne kadar tabii ise, Müslüman bir Türkiyelinin çarsafi, feraceyi, yasmagi, tesettürü övmesi de o kadar tabiidir. Herhalde benden bikini mayo, göbegi açik dekolte kiyafet övgüsü beklemezsiniz.