Mustafa Necati Bursalı


Sen Leyla'ya sevdalan, sana dert başka düştü; Fakat Yunus olanlar ilahi aşka düştü! Diyerek bu vadide kanat vuralım. Görelim, alemde nice erler vardır. Ve görelim, gerçek aşk nedir? Her şey, O her şeyi yaratanın kudret elindedir. Ve her şey yine O'na dönecektir.

Leyla'nın zülfünün ucunu kıvırıp kederli Mecnun'un boynuna zincir yapan Yüce Allah'tır. Asıl iş, Leyla'dan Mevla'ya kanat açmak ve Allah aşkında pişmektir. Ne var ki, bu kolay bir lokma değildir. Zaten kolay olsaydı, herkesin bir Selman, bir Bilal, bir Ebu Zer olması gerekirdi. Allah aşkına yol Cenabı Muhammed (sallalahu aleyhi vesellem)'den geçer. O'na bende olmadan Allah Teala'yı sevmeye imkan yoktur. Bütün aşkların ve sevgilerin kaynağında sadece O vardır. Alemlerin ve ademlerin yaratılışı da yine bu güzel aşkın neticesidir. Ey arzu incisi can, Muhammed'le aşka yol; Hakk'a ulaşmak için bilmiyorum başka yol!.. Ah o başka yollar, başka yollar hep felakete kapı açtı ve insanı Rabbinden uzak edip nefsin ve hevanın pençesine düşürdü. Bir cennet manzarası aksettirmesi gereken dünyamız, ne yazık ki kan çukuru haline geldi. Belki milyonlarca insan, aşktan söz etmekte, türlü türlü nağmeler dökmektedir. Eğer bu söz gerçek olsaydı, dünya toprağında cennet gülleri boy verirdi. Zira aşık adamın elinden ve dilinden kimseye bir zarar erişmez. Ne var ki, en çok kan dökenl er, aşk oyunu oynayan kişilerdir. Bugüne kadar kaç can kurban edilmiştir, Allah bilir. Aşkı bir Yeşilçam filmine malzeme olarak kabul etmek, aşka en büyük lekedir. Çünkü aşk, bu değildir. Koca Fuzuli'nin: "Aşk imiş her ne var alemde" dediği aşk da bu olmasa gerek. Muradının incisini elde edenler Allah aşkına pervane olanlardır. "Yuhibbühüm ve yuhibbunehu: Allah onl arı sever; onlar da Allah'ı severler." (Maide: 54). Bir kulu ki Allah sever, artık ona bütün alem düşman olsa ne gam!.. Allah Teala'nın kulunu sevmesi, Resuli Zişanına o kulun muhabbetiyle olacaktır. Yoksa sadece diliyle "Ben Allah'ı seviyorum" demek, bir mana ifade etmez. O bilinmedikçe ve O'na tabi olunmadıkça, Allah Azze ve Celle nasıl bilinir ve nasıl sevilir? Sonsuz kudret ve nihayetsiz rahmet sahibi olan Rabbimiz buyuruyor ki: "(Habibim!) de ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." (Ali İmran: 31). Görüldüğü gibi Allah'a aşk ve muhabbetin yolu, Nebiler Nebisine tabi olmaktan geçiyor. Bizim biricik rehberimiz ve iki alemde Sultanımız Hametü'lEnbiya (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. O gül yüzlü Nebi çok kerre Rabbi Kerimine şöyle dua ederlerdi: "Allah'ım ! Seni sevmeyi ve Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine beni y aklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasib et. Senin sevgini sıcak ve hararetli günde soğuk suyu sevmekten bana daha sevimli kıl!" Elbet Allah muhabbetinde ve Allah aşkında hiç kimse, Nebiyyi Muhterem Efendimize denk olamaz. Cihan toprağında bir kudret sünbülü gibi boy veren insanlar aşkı, muhabbeti, kulluğu, cud ve keremi, Allah yolunda mücahedeyi, şefkat ve merhameti hep Kainatın efendisinden öğrenmişlerdir. O, ta kıyamet sabahına kadar herkese en güzel örnek ve en emin rehberdir. Hak dostluğunu kazananlar, cennetlere kanatlı kuşlar gibi uçanlar, hep O'nu severek bu devleti elde etmişlerdir. Hatta dualarımızın başında ve sonunda Allah'ın Resulü'ne Salat ve Selam okunmadıkça, gökle yer arasında mevkuf kalır, ondan hiçbir şey (makamı icabete) yükselmez. O'nun aşıkları ne diller dökerler, ne hoş hallere bürünür, ne türlü devleti elde eder bir bakınız: "Ya Resulallah! Kudretim yok ki, yanında bir çadır kurup sana komşu olayım. P aram mevcut değil ki, mahallenden bir ev satın alayım. Ben kulağı ve gözü şunun için isterim ki, kulağımla sesini dinleyeyim; gözümle mübarek yüzünü göreyim!" Mü'minde imanın kemali, bütün kalbi ile onu sevmesidir. Ondan sonradır ki, Allah aşkına kapı açılır. İkbal de şu incileri saçar: "Ey zuhuru ile hay ata gençlik getiren Cenabı Muhammed! Senin tecellin hayat rüyasının tabiridir. Yeryüzü, senin barigahına saha olduğu için kıymet kazanmıştır. Gökler, Senin karargahının damını öpebildikleri için yücedir. Ey Allah'ın Resulü! Ben seni gördüm. Babamdan ve anamdan daha çok sevdim!" O, öyle bir güzel, öyle bir sultan ki, bütün sultanlar ve bütün güzeller, kapısında geda olmayı devlet bilirler. Çünkü, O'nun vücudu alemlere rahmettir. Evet: Ey Nebi! Bu alemde Hak’ka çağıran ses Senin, Sen öyle rahmetsin ki, talibin herkes Senin!.. Aşk, bahçelere baharlar, güller hediye eder. Aşkın erişemediği bir yer de yoktur. İşte misali: Habeşli, kömür gibi simsiyah bir yüze malik olan Esved isimli biri, bir gün, Nebiler Serveri'nin mübarek huzuruna can attı. Gönül toprağına Muhammed Mustafa (Aleyhissalatu Vesselam)'nın muhabbet damlası düşmüştü. Yüreği yaman yanıyordu. Nazlı kuşlar dal üstünde nasıl titrerse, o da öyle titremedeydi. Taraf taraf nur cümbüşü içinde kendisine nazar eden Hatemü'lEnbiya'ya: "Ey Allah'ın Resulü" dedi "size bir şey soracağım. İzniniz olur mu?" İki Cihanın Saadet Güneşi: "Buyur" dediler "sor... Ne dilersen onu sor!" Habeşli siyah incinin yüzünde nokta nokta elmaslar gezindi ve dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Allah beni, size feda kılsın. Siz, hem Nebilik, hem renk, hem şekil, hem de yaratılış cihetinden bize üstün kılındınız. Allah Teala sizi müstesna bir varlık olarak yarattı. Ne buyurursunuz? Ben de sizin iman ettiklerinize iman etsem, sizin işlediğiniz güzel amelleri işlesem, Cennette sizinle beraber olabilir miyim?" Varlığın sebebi olan Cenabı Peygamber (Aleyhissalatu Vesselam) derinler derini, namütenahi derin nazarlarını ona diktiler ve dediler: "Evet, olursunuz!" Esved'in hali görülmeye değerdi. Bütün dünya ona bağışlansa bu kadar mutlu olamazdı. Dili kelimei şehadeti heceliyor, yüreği damla damla eriyordu. Asıl müjde, aşk tüten canına erişmede gecikmedi. Varlığın nuru ve insanlığın efendisi saadetle buyurdular: "Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Esved'in Cennetteki beyazlığı bin yıllık yoldan görülüyor!" Müjdenin, rahmetin, nimetin, aşk ve muhabbetin bu kadarına can dayanır mı? O dem, Esved Hazretleri öyle bir saadet heyecanına kapıldı ki, gözleri bulutlar gibi yaş dökmeye başladı. Ve birden yere serildiği görüldü... Ne oluyordu ona? Herkesin hayretli bakışları altında ve gözyaşlarının selinde Esved, tertemiz ruhunu teslim edivermişti. Böyle güzel ölüm, hangi Mecnun'a, hangi Leyla'ya nasip olurdu? Muhabbet deryasında aşk kurşunu ile vurulup can veren bu talihli insana herkes hayran kaldı. Allah'ın Aziz Nebisi namazını kıldırdı ve kendi mübarek eliyle Esved'i kabre koydu. Ben bu saadetli ölüme, aşkın mükafatı derim. İşte aşk! Aşktan söz edenler ne kadar çok; fakat, sevgilinin uğrunda can verenler ne kadar az... Dünyanın yarınlarına ve dünyanın güzellerine gönül kaptıranlar, yarınların da çabucak bittiğini acı ve hicranla göreceklerdir. Bir insan, bir faniyi ne kadar severse sevsin, mutlaka ondan ayrılacaktır. Asıl marifet, ebediyyetlere talip olmaktır. O kadar ki, Rahmet Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, muhabbeti, imanın şartı olarak bildirmişlerdir. Kendilerine imandan sorulduğunda şöyle buy urmuşlardır: "En yekunallahe veresulehu ehabbe ileyke mimma sivahüma: Allah ve Resulü, senin için başka herşeyden daha sevgili olmaktır." Aşık gönüllerde pınarlar çağlatan, kuru dallar üstünde kırmızı güller yaratan ve rahmetiyle herşeyi kuş atan Allah Teala, Kerim kitabında: "İman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir" buyurmaktadır. Mü'min, bu sevgi ile yaşar, bu sevgi ile ömür nefeslerinin incilerini pırıltadır ve bu muhabbetle cennetlerin fevkine yükselir. Şanı Yüce Rabbimiz, Davud Aleyhisselam'a vahyen buyurdu ki: "Ey Davud! Benim zikrim, Beni zikredenler için; Cennetim, Bana itaat edenler için; ziyaretim, Bana müştak olanlar için; Ben ise özel olarak Beni sevenler içinim!" Bugün dünya dolusu insan, aşktan söz ediyor. Sanki yiyip içtikleri aşktır. Şarkılar aşk üstüne, türküler aşk üstüne, filimler aşk üstüne ve kanlı ölümler de aşk üstünedir. Aşk, bu kadar ucuz mu, bu kadar bedbaht edici mi? İşte gözü bakıp gönlü uykuda olanların aşk macerası budur! Ah ne desem? Aşk ateşinde yanan bir başka yerde yanmaz; Hep Allah ile olur, gam çekmez, derde yanmaz! Nur Asrından bir demet gül sunmak yerinde olacaktır. Tevbe suresinin 79. ayeti nazil olduktan sonra, Ebu Hayseme (r.a.) kendisine ait hurma bahçesinin yolunu tuttu. Ay yüzlü ve gül yanaklı bir zevcesi vardı. Kadın, gölgeye hasırı sermiş, yaygıyı yaymış, taze kurma ve soğuk su da hazırlamıştı. Hurma gölgesinde Cennet hurileri gibi efendisini bekliyordu. Ebu Hayseme, küt küt yürüyerek geldi ve bu gönül okşayıcı manzarayı gördü. Medine'nin yakan, kavuran ve eriten sıcağından burada eser yoktu. Bir gölgeye, bir zevcesine, bir soğuk suya nazar etti ve çığlığı bastı: "Vallahi bu, benim için hayır değil. Allah'ın Resulü, güneş altında duracak da ben burada gölgede oturacağım! İşte bunu yapamam!" Derhal kalktı, kılıcını kuşandı, devesine bindi ve rüzgar gibi sürdü. Bu sırada Resuli Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de ta uzaktan yola nazar ediyordu. Tozu dumana katarak bir süvarinin kendisine doğru geldiğini gördü ve mübarek dudaklarında cennet tebessümleri belirdi ve dedi ki: "Bu gelen Ebu Hayseme'dir!" Gerçekten de gelen o şanlı sahabi idi ve: "Ey Allah'ın Resulü" diyordu "anam babam sana feda olsun. Ben hiç senden uzak kalabilir miyim?" Sultanü'l-Enbiya (Aleyhissalatu Vesselam) sevinçlerini izhar ettiler. Sonra ona dua ve istiğfarda bulundular. Alemde Peygamber duasına ve iltifatına mazhar olmaktan daha güzel ne vardır? Ey aşktan söz edenler! Şekerin yeri helvanın gönlüdür, sirkenin mekanı ise küplerdedir. O halde, dünya güzeli sizi aldatmasın, nefs ve heva size aşk adı altında oyunlar oynamasın. Ölünün yüzünü kıbleye döndörmekte bir fayda yoktur. O yüz hayatta iken kıbleye dönmeliydi... Yine sözü bir dörtlüğe havale edelim: Kimi mey'e düşkündür, kimi ney'e sevdalı, Kimi bir şah kızına, kimi bey'e sevdalı! Sen Allah aşkını seç, ey benim gönül kuşum, Olmak iyi değildir, hep her şeye sevdalı!..